
Mayıs 2003’te Varlık dergisinde İdil Önemli, Nezihe Meriç’e şöyle sormuştu:
“Cumhuriyet döneminin ilk kadın yazarlarından biri olarak, Çağdaş Türk Edebiyatı’nın geçirmiş olduğu evrelere gerek yazınınızla gerek gözlemlerinizle şahitsiniz. Bundan yola çıkarak, ilk yazmaya başladığınız dönemin şartlarında bir kadının ‘yazar olmayı istemesi’yle başlayan serüven ile şu içinde bulunduğumuz dönemde bir kadının ‘yazar olmayı istemesi’yle başlayacak serüven arasında ne gibi farklılıklar ve benzerlikler görüyorsunuz?”
Bir açıdan Mart sayımızın dosyasını özetlediğini ve hatta ona farklı bir perspektif kattığını düşünerek Nezihe Hanım’ın bu soruya verdiği yanıtı aşağıda sizlere sunuyoruz.
“Cumhuriyet dönemi dendiğinde siz küçükler, gençler —böyle izlenimlerim var— bizleri, yani şimdinin yetmişi geçmişlerini, hani şu Kurtuluş Savaşı’yla, Milli Mücadele devriyle, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarıyla ilgili olarak çevrilen filmlerdeki, sıkma başlı, kalın ipek çoraplı, çarliston ayakkabılı, saçları bukleli de gözleri sürmeli, küçük şapkalarını sol kaşına eğmiş hanımlarla karıştırıyorsunuz. Yok, öyle değil. Bizim yetiştiğimiz, hele hele yazmaya başladığımız ellili yıllarda, biz de sizler gibi, modern genç kızlardık. Yazıyorduk. Dergiler yazdıklarımızı yayınlıyordu. Kitaplarımız basılıyordu. Bozbulanık 1953’te yayınlanmıştı. Tam elli yıl önce. Bu açıdan bir farklılık yok. Ha, içerik açısından soruyorsanız, var. Bizim önümüzde, bir kuruluş vardı. Henüz yozlaşmamış —ama her toplumda olduğu gibi, eğrileri doğruları olan— henüz coşkusu kaybolmamış, henüz genç, istekleri, yaratıları, yaşam biçimleriyle, hep canlı bir gençlik. O yılların Ankara’sını düşündüğüm zaman, içim sızlıyor. Sanki akılda kalan, çok güzel bir düş o yıllar. Şimdi çok fazla içinizde olmasam da, çevremde genç arkadaşlarınız var. Elimden geldiğince, okumaya, izlemeye çalışıyorum. Ama genel olarak —üç-beş adı ayırıyorum— hiç bana sevinç getiren, beni heyecanlandıran, umut beslememe yardımcı olan bir hava bulamıyorum. O bizdeki coşku yok olmuş gibi geliyor bana. Tartışmalarınızı okumak istiyorum. Kaybolan değerler sizleri nasıl etkiledi, neler istiyorsunuz, aradığınız ne? Neleri bulamıyorsunuz? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz, bizleri okuyor musunuz, bizler için neler düşünüyorsunuz? Bu soruları çoğaltabilirim. Sizlere ulaşamıyorum çoğu zaman. Soruyu yeniden okudum, ben alıp başımı gitmişim. ‘Yazar olmayı istemek’ ne demek?.. Orasını pek çıkaramadım. Yazar olmak, istemekle olan bir şey değil zaten. Bir şeyi, ‘yaşamak’ adına, olmazsa olmaz olarak istiyorsa insan, o şeyi yapar. Ayrıca, bu duygu, bu güç, insanın doğuşuyla beraber getirdiğidir. Ona verilmiştir. Başka türlüsü sağlıksızdır, yapaydır, işe yaramaz. O vardır, geliştirilir. İşlenmezse öylece kalır. İyi yazar, kötü yazar diye adlandırılır. Eğer bizim zamanımızda kadın yazarın koşulları neydi, şimdiki genç kadın yazarların koşulları ne diye soruyorsanız, bizimki, yazardın, yollardın, basılırdı beğenilirse. Şimdi böyle olmuyor mu? Hani medya diye adlandırılan bir şey var ya, bu durum onunla ilgili/mi? Ben kendisiyle tanışmamaya büyük özen gösterdim. Unutulmayı bile göze aldım. Tanışmadık. Onun için pek bilemiyorum.”
Yeni kuşağın yeniden ele alması gereken, güncelliğini yitirmediğine inandığımız meseleler…
Bu ayki “Nezimce Yaşamak / Nezihe Meriç Edebiyatı Üzerine” dosyamızı keyifle okumanızı diliyoruz.
Mehmet Erte
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...